•·.·´¯`·.·•ßiZaNg€L$•·.·´¯`·.·•
KATAGORİLER  
  ANA SAYFA
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  ÜYE GİRİŞİ
  RESİMLER
  YEMEK TARİFLERİ
  İLETİŞİM
  MODA
  MAGAZİN
  BİZANGELS OYUNLAR
  AVATAR
  OTOMOBİL
  SİTE MSN
  İFADE OLUŞTUR
  FUTBOL
  SAĞLIK
  TARAFTAR MESAJLARI fb
  TARAFTAR MESAJLARI bjk
  TARAFTAR MESAJLARI gs
  ŞİİRLER
  ATATÜRK
  TÜRKİYE
  ACİL TELEFONLAR
  MASAL DİYARI
  HAYATLAR
  ARKADAŞLARIM
  LİNKLER
  MSN HAREKETLİ İFADELER
  MSN HAYVAN İFADELERİ
  MSN NİCKLER
  PUCCA İFADELER
  MSN ASKER BEBEK İFADELERİ
  MSN AŞK İFADELERİ
  MSN BEBEK İFADELERİ
  HABERLER
  FORUMLAR
  ÜNLÜLERİN MSN ADRESİ
  ŞARKI SÖZLERİ
  KALP RESİMLERİ
  TEKNOLOJİ
  PC SÜRÜM
  GÜNEŞ SİSTEMİ
  MÜZİKLER
  RADYO
  SİNEMA
  SOHBET
  SÖZLÜK
  ÖZEL FAN
  DÜNYA HARİTASI
  GÜNLÜK BURÇ
  TV`DE BU GÜN
  DOĞUM GÜNÜ HESAPLAMA
  KİŞİ SAYAÇ
  KEDİ TV
  AŞK ÖLÇER
  BENİM HAKIMDA
  ÜYE OL
MASAL DİYARI

FARELİ KÖYÜN KAVALCISI

Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde develer tellalken, pireler

berberken, ben annemin beşigini tıngır mıngır sallarken; ülkenin birinde bir köy varmış. Halkı

mutluluk içinde yaşarmış. Günlerden bir gün köyün bütün evlerine fareler dolmuş. Binlerce fare

köyün sokaklarında, evlerde dolaşıyorlarmış. Yatak odasına gitseler, mutfağa girseler farelerden

geçilmiyormuş. Ne bulurlarsa yiyorlarmış. Halk ne yapacaklarını şaşırıp kalmış. Köy muhtarından

bu işe bir çare bulmasını istemişler. Muhtarın da elinden bir şey gelmiyormuş. Böylece köyün

adına fareli köy denmiş. Fareli köyün çocukları da bu pis yaratıklarda bıkmışlar.

Bir gün fareli köye bir çalgıcı gelmiş. Muhtara: "Eğer bana bir kese altın verirseniz,

köyü farelerden temizlerim." demiş. Bütün köy halkı bu habere sevinmişler. Aralarında hemen

çalgıcının istediği bir kese altını toparlamışlar ve muhtara teslim etmişler. Halkın tek

istediği bu farelerden kurtulmakmış.

Çalgıcı isteğinin kabul edildiğini öğrenince başlamış kavalını çalmaya. Kavaldan öyle

tatlı, öyle güzel sesler çıkıyormuş ki, fareler saklandıkları yerlerden akın akın çıkarak

çalgıcının yanına geliyorlarmış. Kısa bir sürede çalgıcının etrafı binlerce fare ile dolmuş.

Köydeki bütün farelerin çalgıcının etrafında toplandıgı sırada çalgıcı yürümeye başlamış. Köye

gelirken gördüğü dereye doğru yürümüşler. Çalgıcı önde kavalını üflüyor, fareler peşinden

geliyormuş. Çalgıcı dere kenarına gelince suyun içine yürümüş. Derede o kadar çok su varmış ama

çalgıcı karşı kıyıya geçmiş. Farelerde peşinden gelmek isteyince dereye düşen fare suda boğulup

ölmüş. Bütün fareler ölünceye kadar çalgıcı kavalını öttürmeye devam etmiş. Çalgıcı bütün

farelerin öldüğünü görünce ödülü olan bir kese altını almak için hemen köye geri dönmüş.

Fareleri yok eden başarısından sevinç duyduğu için emin adımlarla yürüyormuş. Sonunda

köye varınca: "Bir kese altınımı alırım. Bu altınlarla şehre gider, işimi kurarım. bende zengin

insanlar arasına katılır ve rahat yaşamaya başlarım" diye düşünmüş. Bu düşüncelerle muhtarın

yanına varan çalgıcı muhtardan ödülünü istemiş. Muhtar oyun bozanlık yapmış. "Nasıl olsa

farelerden kurtulduk, bir kese altını vermesem olur" diye düşünmüş. Çalgıcıya çeşitli nedenler

göstererek altınlarını vermemiş.

Çalgıcı kandırıldıgını anlayınca: "Ben size bir oyun oynayayım da görün" demiş. Başlamış

kavalını çalmaya. Kavalın sesini duyan bütün çoçuklar çalgıcının yanına koşmuş. Çalgıcıda hem

kavalını üflüyor, hemde yürümeye başlamış. Köyün bütün çocuklarıda kavalcının peşinden

gitmişler. Köyde hiç çocuk kalmamış. Analar babalar kara kara düşünmeye başlamışlar.

Köylüler muhtara gidip: "Ne yapacağız, ne edeceğiz. Sen çalgıcının hakkı olan bir kese

altını vermeliydin. Bak şimdi çocuklarımızı aldı götürdü" demişler.

Kavalcı kızgın kızgın, peşinde çocuklarla birlikte ormana varmışlar. Ormanda bir ağacın

altında dinlenirken aklına tekrar muhtara gitmek altınlarını bir daha istemek gelmiş. O sırada

telaşla yerinden kalkınca kavalını almayı unutmuş. Sihirli kavalı bulan bir çocuk,

arkadaşlarının yanına gelmesi için başlamış çalmaya. Kavalın sesini duyan çocuklar hemen ormanda

toplanmışlar. Hemen köye, annelerinin babalarının yanına dönmeyi düşünmüşler. Kavalı bulan çocuk

köyün yolunu biliyormuş. Kavalı çalan çoçuk önde diğerleri arkasında köye geri dönmüşler.

Anneleri, babaları çok sevinmişler. Şenlikler düzenlemişler. Kırk gün kırk gece bayram etmişler.

Tabii bu sırada da köylüler muhtarı azarlamışlar. Çalgıcının hakkını vermesini

söylemişler. Hakkını alan çalgıcıda hayallerini gerçekleştirmek için köyden ayrılmış. Onlar

ermiş muradına, biz gidelim diğer masalları okumaya..

ÇIPLAK KRAL

  Ülkenin birinde giyimine düşkün,kendini beğenmiş bir kral varmış.Kendini çok akıllı sanan kral,giyim kuşamdan başka bir şey düşünmezmiş.

  Günlerden bir gün komşu ülkenşn kralı kendisini ziyeret etmek istediğini  bildirmiş.Elbette ki,bizim kralın ilk aklın agelen yine ne giyeceği olmuş.Hemen adamlarını çağırtmış

-"Tüm dünyaya haber gönderin"demiş."Öyle bir elbise istiyorum ki,dünyada bir eşi dah aolmasın.Bana böyle bir elbise dikecek terziyi zengin edeceğim.Misafirlerimi karşılarken bu elbiseyi giyeceğim."

  Kısa bir süre sonra,haber her yana yayılmış.En iyi terziler,ellerindeki kumaşlarla,saraya gelmişlerHepsi yapacaklarını krala anlatıyormuş.Ama kral anlatılanlardan hiç birini beğenmiyor;

-"Çok daha güzel olmalı!"diyebağırıp duruyormuş.

  Sonunda çok genç bir terzi çıkmış kralın karşısına.

-"Sen ne getirdin bakalım"diye sormuş kral.Trezinin genç ve tecrübesiz duruşu kralın umudunu iyice kırmış.

-"Benim getirdiğim çok özel sevgiliş kralım"demiş genç terzi."Size öyle bir kumaş dokuyup,öyle bir elbise dikeceğim ki,sizden önce kimse böyle bir elbiseyi giymemiş olacak."

  Kral bu sözlere çok şaşırmış.

-"Ancak bir şartım var"demiş genç terzi."Giysiyi bitirene kadar işimize hiç kimse karışmayacak."

  Kral aradaığını bulmanın sevinciyle kabul etmiş bu şartı.Hemen iki kese altın verip;

-"Çabuk olun o zamana!"diye emretmiş.

  Genç terzi hemen başlamış çalışmaya.Ertesi gün iki kese altın daha istemiş kraldan.Kral hiç itiraz etmeden vermiş altınlarını.Aradan günler geçtikce,kral gençterzinin  dokuduğunu söylediği kumaşı merak etmiş.Sonunda dayanamayıp,çalıştığı odaya girmiş.Genç terzi tezgahınbaşında harıl harıl çalışıyormuş.Kral sessizce bir süre izlemiş,bir şey göremeyince;

-"Demek bunca zamandır boş oturdun ha!"diye kükremiş."Kese kese altınları ben boşun amı verdim sana!"

  Terzi sakin ve kendinden emin;

-"Saygıdeğer kralım"demiş.Bu kumaşı sadece akıllı insanlar görebilir.Bakın ne kadar da güzel oldu.Öyle değilmi?"

  Kral ne diyeceğini şaşırmış.Aptal durumuna düşmemek için;

-"Evet evet çok güzel"demek zorunda kalmış ve hızla çıkmış odadan.

Kralın elbisesi şehirde kualktan kulağa dolaşır olmuş."Sadece akıllılar görebilir!"İnsanların merakı bunu duydukça dah açok artıyormuşSonunda tören günü gelmiş.Halk toplanmış,hazırlıklar bitmiş.Terzi kralı soymuş ve gerçekten varmış gibi üzerine bir elbise giydirmiş.Sonrada karşısına geçip;

-"Çok şık oldunuz efendim"demiş.
-"Muhteşemsiniz."

  Kral genç terzinin bu iltifatları karşısında,aynada gördüğü çıplak bedene hiç aldırmadan;

-"Eline sağlık,çok güzel olmuş"demiş.

  Kral yeni elbiseleri ile çıkmış saraydan.Dışarda toplanan halk kralı çıplak görünce çok şaşırmışlar.Ama kimse cesaret edip krala gerçeği söyleyememiş.Birden küçük bir çocuk haykırmış;

-"Kral çıplak!"

  Ardından cesaretlenen halk,gülmeye başlamış.Kral geç de olsa gerçeği böyle acı bir şekilde anlamış.
 

KÜÇÜK KİBRİTÇİ KIZ

  O gün yılın en soğuk günüydü.Bütün bir günün ardından,kar yağışı durmuş ama soğuk iyice kendini hissettirmeye başlamıştı.Havanın kararmasıyla birlikte,sokaklarda bir telaş başlamıştı.Herkes,bir an önce sıcak evine gidebilmek için,acele ediyordu.Alışveriş yapanlar,bir yerlere yetişmek isteyenler oradan oraya koturuyordu.Artık hava iyice karamıştı.Soğuk ise şiddetini arttırarak devam ediyordu.Kalabalık sokaklar tenhalaşmaya başlamıştı.İşte bu sırada,küçük bir kız belirdi sokağın başında.

  Yanından geçenler ona hayretle bakıyorlardı.Çümkü bu soğuk kış gecesinde,küçük kızın üzerinde sadece bir hırka vardı.Eski püskü ayakkabılarının içindeki minil ayakları çorapsızdı.Üşüdüğü her halinden belli oluyordu.Küçğk kız etrafındaki insanlara titrek sesiyle seslenmeye çalışıyordu.

-Kibritçi!Bir kutu kibrit almazmıydınız?

  Soğuktan Kızarmış ellerini,hırkasının içine sokarak ısıtmaya çalışıyordu.Ama bunun işe yaradığını söylemek olanaksızdı.Zorda olsa yürümeye çalışıyor,zaman zaman yorgunluktan sendeliyordu.Ama asla vazgeçmiyordu.İstediği tek şey,elindeki kibritleri satıp bitirmekti.Kafasındaki bu düşünce ile etrafına pek bakmadan yürüyordu.Bu yüzden geçen arabalardan biri,az kalsın on açarpıyordu.Ama o bunun farkında bile değil.Artık ayakları hissetmez olmuştu.Gözlerini umutsuzca etrafdaki evlere çevirdi.Bir süre önce etrafındaki insanlar,şimdi sıcak evlerine varmışlardı.Hatta bazıları yemek masasının etrafında toplanmışlardı bile.

  Küçük kızda,şu an sıcak bir odada yemek yemek istiyordu.Yiyeceği yemeğin,onun için hiç önemi yoktu.Sadece sıcak olması yeterliydi.Yemek hayallerinden onu,yanına yaklaşan bir sokak köpeği uyandırmıştı.O da küçük kız gibi,tekrar yağmaya başlayan karın altında tek başınaydı.Küçük kibritçi kız kuytu bir saçak altına sığındı.Büzüldü...İçinin titrediğini hissediyordu.Birden gözü elindeki kibritlere takıldı.

-Birini yaksam ne güzel ısıtır beni,diye söylendi kendi kendine.Beklemeden yaktı birini.Çok güzeldi.Bir şamdana benzetti küçük kız bunu .Yanan kibrtin alevi,onu hayaller alemine götürmüştü şimdi.

  Çok sevdiği anneannesi geldi gözünün önüne.Kollarını açmış,gülümseyen bir yüzle onu çağırıyordu.Küçük kız yıllar önce ölen anneannesini çok özlediğini fark etti.Anneannesi onu elinden tuttu ve birlikte yükseklere doğru uçtular.

Küçük kibritçi kız,bir daha hiç ayrılmayacaklarını anlamıştı.Tanrı'nın evinde sonsuza dek birlikteydiler artık.Çok mutluydu küçük kibritçi kız.Hayatında hiç bu kadar mutlu olmamıştı.

  Sabah olduğunda,akşam yattığı yerde buldular küçük kibritçi kızı.Etrafında pek çok yanmış kibrit vardı.Yüzündeki tatlı gülümseme onun mutluluğunu açıkça gösteriyordu.
 

KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ

Bir zamanlar küçük bir kız varmış. Annesi ona üzerinde kırmızı başlığı olan bir pelerin almış. Kız bu pelerini çok seviyormuş ve nereye gitse onu giyiyormuş. Bu nedenle de herkes ona Kırmızı Başlıklı Kız diyormuş.
Bir gün “Kırmızı Başlıklı Kız!” diye seslenmiş kızın annesi. “Büyükannen hâlâ hasta. Hadi giyin de, ona yaptığım şu çöreği götür.”
Kırmızı Başlıklı Kız da elbisesini giymiş, üzerine kırmızı başlıklı pelerinini geçirmiş, başlığı çenesinin altında sıkıca bağlamış ve yola çıkmış.
“Tavşan Ormanı’ndaki yoldan ayrılma sakın!” diye seslenmiş annesi arkasından. (Ormanın adı Tavşan Ormanı’ymış, ama içinde uzun zamandır bir tek tavşan bile yokmuş - neden olmadığını birazdan öğreneceksiniz.)
“Ayrılmam anne,” demiş Kırmızı Başlıkıl Kız.
Tam ormana girmiş, birkaç adım atmış ki, çalılıkların arasından bir ses duymuş. Yola birden bir kurt fırlamış. Kırmızı Başlıklı Kız korkusundan az kalsın elindeki sepeti düşürüyormuş. Fakat kurt hiç de öyle düşmanca görünmüyormuş. “Nereye böyle küçük kız?” diye sormuş kurt.
“Büyükanneme gidiyorum,” demiş Kırmızı Başlıklı Kız. “Tavşan Ormanı’nın sonundaki ilk ev. Büyükannemin sağlığı pek iyi değil. Bu arada adım ‘küçük kız’ değil, ‘Kırmızı Başlıklı Kız.’ ”
“Özür dilerim,” demiş kurt. “Bilmiyordum. Bak sana ne diyeceğim. Ben bir koşu gidip Büyükannene senin yolda olduğunu haber vereyim. Yalnız sakın yolda oyalanayım falan deme, olur mu? Başına bir şey gelmesini istemeyiz, öyle değil mi?”
Kurt oradan hemen sıvışmış! Çünkü yakınlarda bir oduncu dolaşıyormuş. Eğer kızı hemen orada yerse, oduncunun kızın yardımına koşacağını biliyormuş.
Kırmızı başlıklı Kız, çiçek toplayarak, kelebeklerin peşinden koşarak, kuş seslerini dinleyerek yolda ağır ağır ilerlerken kurt kestirmeden Büyükanne’nin evine varmış, kapıyı çalmış.
“Kim o?” diye seslenmiş içeriden yaşlı kadın.
Kurt sesini değiştirerek, “Benim, Kırmızı Başlıklı Kız,” demiş. “Çayın yanında yemen için sana çörek getirdim.”
“Kapı açık güzelim,” diye seslenmiş Büyükanne. Kurt hemen içeri dalmış. Öyle açmış ki! Günlerdir hiçbir şey yememiş. Bu yüzden Büyükanne’yi çiğnemeden bir lokmada yutuvermiş. Biraz sonra Kırmızı Başlıklı Kız Büyükanne’nin kapısını çalmış.
“Kim o?” diye seslenmiş kurt yumuşak bir sesle.
“Benim, Kırmızı Başlıklı Kız.”
“Kapı açık güzelim,” diye seslenmiş kurt. “İçeri girebilirsin.”
Kırmızı Başlıklı Kız bir an için tereddüt etmiş. ‘Büyükannemin sesi ne kadar da garip böyle?’ diye düşünmüş. Sonra büyükannesinin hasta olduğu gelmiş aklına ve kapının mandalını kaldırıp açarak içeri girmiş.
Kurt, Büyükanne’nin geceliğini giymiş, onun başlığını ve gözlüğünü takmış yatakta yatıyormuş. Yorganı boğazına kadar çekmiş, içerisi karanlık olsun ve suratı fark edilmesin diye de perdeleri iyice kapamış.
“Elindekileri oraya bırak da yanıma gel canım,” demiş kurt.
Kırmızı Başlıklı Kız çöreği yatağın yanındaki küçük masanın üzerine koymuş, ama hemen kurdun yanına gitmemiş. Çünkü Büyükannesi bir tuhaf görünüyormuş.
“Kolların neden bu kadar büyük Büyükanne?”
“Seni daha iyi kucaklamak için!” demiş kurt.
“Kulakların neden büyük, peki?”
“Seni daha iyi duyabilmek için!” demiş kurt.
“Gözlerin neden kocaman, peki?”
“Seni daha iyi görebilmek için,” demiş kurt.
“Dişlerin neden sivri peki?”
“Seni daha iyi yiyebilmek için,” demiş kurt.
Bunu söyledikten sonra kurt artık daha fazla kendine engel olamamış ve yorganı bir tarafa atarak yataktan fırladığı gibi Kırmızı BaşlıklıKız’ı bir lokmada yutuvermiş. Sonra da karnı doyduğu için keyfi yerine gelmiş ve uykuya dalmış.
Ama ne var ki kurt çok kötü horluyormuş. Evin önünden geçen bir avcı onun horultularını duymuş. Büyükanne’ye kötü bir şey mi oldu acaba, diyerek kulübeden içeri girmiş. İçeri girer girmez de orada neler olduğunu hemen anlamış.
“Aylardır senin peşindeyim pis yaratık,” diye bağırmış avcı ve kurdun kafasına elindeki baltanın sapıyla vurmuş. Sonra da önce Kırmızı Başlıklı Kız’ı, sonra da Büyükanne’yi dikkatle kurdun içinden çıkarmış. İkisi de sapasağlammış.
Büyükanne, Kırmızı Başlıklı Kız’ın ona getirdiği çöreği afiyetle yemiş. Kırmızı Başlıklı Kız büyükannesine bir daha hiçbir kurdun sözüne kanmayacağına dair söz vermiş. Eve dönerken tavşanların saklandıkları yerlerden çıktıklarını görmüş. Tavşan Ormanı yine eskisi gibi tavşanlarla dolu bir orman haline gelmiş 

HEİDİ

  Heidi yaşlı büyükbabası ile yaşadığı küçük kulübede çok mutluydu.Buradaki doğal yaşamı,keçileri ve arkadaşı Peter'i çok seviyordu.Ama her gün aynı şeyleri yapmak, onu bunlatmıştı.Tam o sırada duyduğu Peter'in sesi onu neşelendirmişti.Peter heyecanlı bir şekilde Heidi'nin yanına geldi

-"Duydun mu?Kasabaya sirk gelmiş"diye sordu.Bu sözler Heidi'yi de heyecanlandırmıştı.

-"Doğru mu bu söylediğin?"dedi."O zaman büyükbabama söyleyelim de bizide götürsün."

  Birlikte büyükbabasına durumu anlattılar.


-"Tamam"dedi büyükbabası."Hazırlanın bakalım ."

  Heidi ve Peter aceleyle hazırlandılar.Nede olsa,ilk kez bir sirk göreceklerdi.Sirkin kapısına geldiklerinde,mutlulukları yüzlerinden okunuyordu.Kapıda onları göbekli bir palyaço karşıladı.

-"İsterseniz içeri girmeden önce,sizi biraz dolaştırabilirim"dedi palyaço.

  Çocuklar sevinçle kabul ettiler bu teklifi.Adı Jo olan bu palyaço,önce onları balerin bir kız ile tanıştırdı.Jenny isimli balerin,Heidi ve Peter ile aynı yaşlardaydı.Kısa bir sohbetten sonra,Jo onları dolaştırmaya devam etti.

Heidi bir ev kadar olan fili,ilk kez bu kadar yakından görüyordu.Koca fil eğilerek selamladı Heidi ve Peter'i.Ardından Jo onları,cambazların yanına götürdü.İp üzerinde yürüyen adamı hayranlıkla izlediler.Peter sonunda kendini tutamadı.

-"Sirkete çalışmak çok zevkli am açok da tehlikeli ve zor"dedi.

  Heidi ve Peter son olarak vahşi hayvanların kafeslerini gördüler.Jo;

-"Fazla yaklaşmayın!"diyerek onları uyardı.

  Her kafesin içinde birbirinden vahşi ve yırtıcı hayvanlar vardı.Sirki gezmeye doyamamıştı Heidi ve Peter.Ancak gösteri başlamak üzereydi.Jo onları aceleyle sirk çadırına götürdü.Az önce gördükleri hayvanların  gösterilerini izlemek çok hoştu doğrusu.Heidi ve Peter çılgınca alkışladılar.

  Her güzel şey gibi,gösteri de bitmişti.Heidi ve Peter çok mutluydular.Yol boyu,gösterileri anlattılar birbirlerine.Ertesi sabah erkenden kalktı Heidi.Gece rüyasında gördüğü sirke koştu.Ancak kasabaya geldiğinde,sirkin çoktan toparlanıp gittiğini gördü.Çok üzülmüştü.Eve döndüğünde gözleri hala yaşlıydı.

-"Sirk gitmiş büyükbaba"dedi üzgün bir sesle.

-"Elbette gidecek"dedi yaşlı adam."Onları görmek isteyen pek çok insan var."

  Heidi bunu hiç düşünmemişti.Güzel şeyler paylaşılmalıydı.

-"Haklısın büyükbaba"dedi.Şimdi gözleri tekrar neşe ve mutlulukla dolmuştu.
 

GÜZEL ve ÇİRKİN

Madame de Beaumont
Bir zamanlar zengin bir tüccar varmış. Üç kızı olan bu tüccarın kızlarının ikisi son derece bencilmiş. Ama üçüncüsü, yani adı Güzel olanı hem iyi hem de sevgi doluymuş.
Bir gün tüccar, gemilerinin şiddetli bir fırtınada battığı haberini almış. Zavallı adam varını yoğunu kaybetmiş, geriye bir tek kasabadaki küçük evi kalmış. Açgözlü iki kardeş bu durumdan hiç hoşlanmamışlar. Yatakta yatmak ve oflayıp puflamaktan başka bir şey yapmaz olmuşlar. Evin bütün işleri Güzel’e kalmış.
Bir zaman sonra tüccar kayıp gemilerinden birinin limana ulaştığını duymuş. Haberin doğru olup olmadığını öğrenmek için yola çıkmadan önce kızlarına, dönüşte size ne hediye getireyim, diye sormuş. Açgözlü iki kardeşin neşeleri hemen yerine gelmiş.
“Elbiseler ve mücevherler!” isteriz demişler.
“Peki ya sen Güzel?” diye sormuş tüccar.
“Bir gül. O bana yeter,” demiş Güzel.
Birkaç gün sonra tüccar evine dönmek üzere üzgün üzgün yola koyulmuş. Yine yoksulmuş, çünkü son gemiden ona kalan paraları da dolandırıcılara kaptırmış. Akşam karanlığı bastırırken bir ormana varmış. Orman hem karanlık, hem de soğukmuş. Şimşekler çakıyor, rüzgâr yerden karları havalandırıyormuş. Uzaklardan kurtların uluma sesleri geliyormuş.
Tüccar nereye gittiğini bilmeden atıyla birlikte karların üzerinde bata çıka saatlerce yol almış, derken birden ileride pencerelerinden dışarı parlak ışıklar sızan son derece güzel bir şato görmüş. Ama bu çok garip bir şatoymuş, çünkü şöminelerinde harıl harıl ateş yanmasına, bütün odaları gün gibi aydınlık olmasına rağmen ortada kimsecikler yokmuş. Tüccar seslenmiş, seslenmiş, cevap veren olmamış. Sonunda, beklemenin bir anlamı olmadığını anlayınca, atını ahıra bağlamış ve salondaki uzun masanın üzerinde hazır bekleyen yemeği yemiş. Sonra bir yatağa yatıp uyumuş.
Sabah uyandığında onun için bırakılmış yeni giysiler bulmuş yanıbaşında. Aşağıda da güzel bir kahvaltı onu bekliyormuş.
“Bu şato, bana acıyan iyi kalpli bir periye ait herhalde,” demiş tüccar.
“Ona bir teşekkür edebilseydim keşke.”
Tüccar şatodan ayrılırken, bahçedeki gülleri fark etmiş. ‘Hiç yoksa Güzel’e verdiğim sözü yerine getireyim,’ demiş içinden. Güllerden birini koparmış. Ama koparır koparmaz müthiş bir kükremeyle inlemiş her yan. Çalıların arkasından korkunç görünüşlü bir canavar çıkmış. Öylesine korkunçmuş ki, tüccar neredeyse korkusundan bayılacakmış.
“Seni değer bilmez adam!” diye kükremiş Canavar. “Hayatını kurtardım! Seni besledim, giydirdim! Sen kalkmış güzel güllerimi çalıyorsun. Hemen ölmeyi hak ettin!”
Tüccar Canavar’ın karşısında diz çökmüş. “Gülü kızlarımdan birine götürecektim efendim,” demiş.
“Ben efendi falan değilim, bir Canavar’ım,” diye hırlamış yaratık. Sonra tüccarın tepesine dikilmiş. “O değerli kızlarına gelince... Git, sor bakalım onlara, hayatına karşılık içlerinden biri gelip benimle birlikte yaşar mı? Bu teklifimi kabul eden olmazsa, üç ay içinde öleceksin.”
Tüccar gün ışığıyla aydınlanmış ormanın içinden, üzgün bir şekilde atını sürüp evine dönmüş. Evde iki bencil kız kardeş babalarının başından geçen korkunç maceraları dinlerken kıllarını bile kıpırdatmamışlar. Babaları onlara giysi ve mücevher getirmedi diye küplere binmişler. Ama Güzel onlar gibi yapmamış.
“Baba, izin ver ben gideyim,” demiş hiç tereddüt etmeden.
“Tabii sen gideceksin, suç senin,” demiş kardeşleri. “Gül isterim diye tutturmasaydın, Canavar babamızı öldürmeyi düşünmeyecekti.”
Üç ay geçince tüccar şatoya Güzel’le birlikte gitmiş. Her şey orayı ilk gördüğü gibiymiş: etrafta yine kimsecikler yokmuş, sofra hazırmış. Yemeklerini yemeyi bitirdiklerinde Canavar ortaya çıkmış. Güzel korkusundan tir tir titremeye başlamış, çünkü Canavar babasının anlattığı kadar korkunçmuş, hatta daha da korkunç!
“Buraya kendi isteğinle mi geldin?” diye sormuş Canavar.
“Evet,” demiş Güzel.
“O zaman baban sabah olunca buradan gidecek ve bir daha buraya hiç gelmeyecek.”
Sabah olup da babası gidince Güzel tek başına kalmış. Önce bir süre ağlamış, ama sonra gördüğü rüyayı hatırlayıp biraz olsun rahatlamış. Rüyasında bir peri, “Üzülme, babanın hayatını kurtarmak için gösterdiğin bu cesaret karşılıksız kalmayacak,” demiş ona.
‘Belki de bu yaşama alışırım,’ diye düşünmüş, neşesi yerine gelmiş azıcık. Bahçede dolaşmış, güllere bakarken içi hüzünle dolmuş. Sonra şatonun içini gezmiş. Oda kapılarından birinin üzerinde adının yazılı olduğunu görünce çok şaşırmış. Kapıyı açıp içeri bakmış. Oda tam istediği gibi döşeliymiş, kitaplarla, müzik aletleriyle doluymuş.
‘Canavar beni burada rahat ettirmeye çalıştığına göre, bana zarar vermez herhalde,” diye düşünmüş Güzel.
Sonra bir kitap almış eline. Kitabın üzerinde altın yaldızla, “Sevgili Kraliçem. Her isteğin emirdir benim için,” diye yazıyormuş.
“Şu anda babamı görebilseydim keşke!” demiş Güzel yüksek sesle Bunu der demez odanın öte ucundaki aynada babasının görüntüsü belirmiş. Böylece Güzel’in yalnızlık duygusu ve ev hasreti biraz olsun geçmiş.
O gece yemekte Canavar ortaya çıkmış. “Seni izlememe izin verir misin Güzel?” diye sormuş.
“Buranın sahibi sizsiniz,” demiş Güzel.
“Hayır,” demiş Canavar. “Şatom senin emrindedir. İstersen hemen giderim.” Canavar bir an duraksamış. “Yalnız bir şey soracağım. Beni çok mu çirkin buluyorsun?”
Güzel ne diyeceğini bilmemiş önce. Sonra başını kaldırıp Canavar’a bakmış. “Bunu söylemek istemezdim, ama doğruyu söylemem gerek. Evet, çirkin buluyorum,” demiş.
Güzel, yemeğini bitirince Canavar, “Benimle evlenir misin?” diye sormuş.
“Hayır Canavar, asla,” demiş Güzel.
Canavar derin bir iç geçirirken çıkardığı ses, tüm şatoda yankılanmış.
Her gece saat dokuzda Canavar konuşmak için Güzel’in yanına geliyormuş. Güzel, gün geçtikçe Canavar’a alışmaya başladığını fark etmiş. Hatta geç kaldığında onu merak bile ediyormuş. ‘Keşke,’ diyormuş, ‘bu kadar çirkin olmasaydı! Keşke ikide birde bana evlenme teklif etmeseydi! Çünkü Güzel, Canavar’ın, evlilik teklifini geri çevirdiğinde çıkardığı o sesten çok korkuyormuş.
Canavar bir gün, “Beni sevmeyebilirsin ama, beni bırakıp gitmemeye söz vermelisin,” demiş. Her günü birbirine benzeyerek üç ay böyle geçmiş.
Derken bir gün Güzel aynada babasının hasta olduğunu görmüş. Hemen Canavar’a babasına bakmak için eve gitmek istediğini söylemiş.
“Gidebilirsin, Güzel,” demiş Canavar. “Ama geri dönmezsen kederimden öleceğimi biliyorsun, değil mi? Korkarım ki, babanın yanında kalmak isteyeceksin ve dönmeyeceksin. Ama eğer fikrini değiştirir de dönmek istersen, yüzüğünü yatağının yanındaki sehpaya koyman yeterli. Sabah olduğunda şatomda açacaksın gözlerini.”
“Bir hafta sonra döneceğim, söz,” demiş Güzel.
Ertesi sabah Güzel, babasının evinde, kendi yatağında açmış gözlerini. Babası onu karşısında görünce çok sevinmiş, kendini daha iyi hissetmiş. O gün öğleden sonra, kısa süre önce evlenmiş olan kız kardeşleri babalarını ziyarete gelmişler. Eve geldiklerinde babalarının biricik kızını karşılarında görünce kıskançlıktan ve öfkeden çatır çatır çatlamışlar.
“Dinle!” demiş iki kardeşten biri. “Ona bir oyun oynayalım. Burada bir hafta daha kalmasını sağlayalım. O zaman Canavar gelip onu öldürür.” Bağırıp çağırıp onu kötülemek yerine, iki kardeş gözlerine soğan sürüp Güzel’in karşısına yaşlı gözlerle çıkmışlar ve ondan ayrılmak istemedikleri için ağladıklarını söylemişler. Güzel bir hafta daha kalmaya söz vermiş.
Çok geçmeden Güzel, Canavar’ı babasını özlediği kadar özlediğini fark etmiş. Bir gün rüyasında Canavar’ı şatonun bahçesinde kaskatı ve cansız yatarken görmüş. Uyandığında, ‘Benim yaptığım düpedüz acımasızlık!’ diye düşünmüş. Hemen yüzüğünü parmağından çıkarıp, başucundaki sehpanın üzerine koymuş. Sabah gözlerini Canavar’ın şatosunda açmış.
O günün akşamı Canavar’ı beklemiş. Saat dokuz olmuş. Canavar gelmemiş. Dokuzu çeyrek geçmiş, ortalarda yok. Birden endişe içinde koşa koşa şatodan bahçeye çıkmış. Canavar bahçede boylu boyunca yatıyormuş. ‘Onun ölümüne neden oldum!’ diye düşünmüş Güzel. Hemen ona sarılmış. Canvar’ın kalbi hâlâ atıyormuş!
“Artık dönmezsin diey düşündüm. Yemeden içmeden kesilip ölmeye hazırlandım,” demiş Canavar fısıltılı bir sesle.
“Ama ben seni seviyorum Canavar!” demiş Güzel. “Seninle evlenmek isityorum.”
O anda tuhaf bir şey olmuş. Birden sanki şato daha bir güzel, daha bir ışıltılı hale gelmiş. Güzel bir süre etrafına bakınmış, sonra tekrar Canavar’a çevirmiş başını. Fakat Canavar yerinde yokmuş. Yattığı yerde şimdi genç ve yakışıklı bir prens duruyormuş.
“Ben Canavar’ı istiyorum,” diye ağlamaya başlamış Güzel. Prens bu sırada ayağa kalkmış.
“Canavar benim,” demiş. “Kötü bir peri bana büyü yapmıştı. Beni yüzüne bakılamayacak kadar çirkin bir yaratığa dönüştürmüştü. Bana benimle evlenmek istediğini söylemeseydin, hayatımın sonuna kadar öyle kalacaktım.”
Prens Güzel’i şatoya götürmüş. Şatoda Güzel, babası ve rüyasında gördüğü iyi periyle karşılaşmış.
“Gösterdiğin cesaretin ödülünü aldın,” demiş iyi peri Güzel’e.
Peri sihirli değneğini sallamış. Birden şatodaki herkes Prens’in topraklarında bulmuş kendini. Orada halk coşku ve alkışlarla karşılamış Prens’i. Çok geçmeden Güzel ve Canavar evlenmişler. Düynanın gelmiş geçmiş en mutlu Prens ve Prenses’i olmuşlar.

 

UYUYAN GÜZEL

 


Grimm Kardeşler
Bir zamanlar bir Kral ile Kraliçe bir kız çocukları olunca bu mutlu günün şerefine bir ziyafet vermişler. Ziyafetten sonra Kral çevresindeki insanlara baba olmanın kendisini nasıl mutlu ettiğini anlatmış, zira yıllar yılı karısıyla birlikte hep bir çocuk sahibi olmayı beklemiş durmuş. Sonra bebeğin altını değiştirmeyi yeni öğrendiği sıralarda başına gelenleri anlatırken konukların hepsini güldürmüş. Derken konukların bebek Prenses
e hediyelerini verme zamanı gelmiş.
Herkes hediyelerini verdikten sonra sıra on iki periye gelmiş.
Benim Prensese hediyem Mutluluk, demiş birinci peri. Konuklar sevinçle alkışlamışlar, Kralın ağzı kulaklarına varmış.
Benim hediyem Güzellik, demiş ikinci peki. Benim hediyem Akıl, demiş üçüncüsü. Böylece on bir peri hediyelerini tek tek vermişler.
On ikinci peri tam hediyesini vermek üzereymiş ki, bir gökgürültüsüyle sarsılmış bütün saray. Kapılar ardına kadar açılmış, içeriye yaşlı bir kadın girmiş ayaklarını sürüye sürüye. Onu gören herkes korkudan gözlerini kapatmış.
On üçüncü peri! diye bağırmışlar hep bir ağızdan.
Bana davetiye yok mu Kral? demiş on üçüncü peri korkun sesiyle kapı ağzından.
Sana davetiye yollamayı unutmuş olmalılar, demiş Kral kem küm ederek. Hizmetkârlar! Sofrada hemen bir yer daha açın! Çabuk! Aslında Kral onu bile bile davet etmemiş, çünkü sarayda periler için sadece on iki altın tabak varmış. O da düşünmüş taşınmış, çareyi birini davet etmemekte bulmuş.
On üçüncü peri minik Prenses
in kundağının yanına gitmiş. Bebek agu deyip minik elini ona doğru uzatmış. Derken peri birden, Benim de prensese hediyem, on beşinci yaş gününde parmağına iğ batar batmaz ölmesi, demiş iğrenç bir kahkaha atarak.
Yine bir gökgürültüsüyle, kötü peri kaybolup gitmiş. Sarayın kapıları gürültüyle kapanmış ardından. Korkunç bir sessizlik kalmış geriye. Sonra Kraliçe ağlamaya başlamış.
On ikinci peri öne atılmış.
Ben hediyemi vermedim daha, demiş yumuşak bir sesle. Kötü büyüyü bozamam belki, ama onu değiştirebilirim. Benim hediyem de büyüyü, Prensesin parmağına iğ battığında ölmesi yerine, yüz yıl uyuması şeklinde değiştirmek olsun o zaman.
Yıllar geçmiş aradan. Bebek büyümüş, sağlıklı, güzel, mutlu ve akıllı bir genç kız olmuş. Kral
la Kraliçe kötü büyüyü çoktan unutmuşlar. Zaten ülke içinde ne kadar iğ varsa, daha Prenses bebekken yok edilmiş. Prenses uzun yıllar güvendeymiş.
Fakat tam da on beşinci yaşına bastığı gün Prenses daha önce hiç fark etmediği bir kapı keşfetmiş. Kapıyı açmış, kıvrıla kıvrıla yukarı çıkan bir merdivenle karşılaşmış. Merdiveni çıkınca üzerinde altın bir anahtar bulunan bir kapıya varmış. Kapıyı açınca, içerdeki küçük odada tekerlekli bir şeyi çalıştıran yaşlı bir kadın görmüş.
Ne yapıyorsunuz öyle? diye sormuş prenses. Yaşlı kadın gülümsemiş. İplik eğiriyorum! demiş. Orada öyle bakıp durma. Gel, bir de sen dene, hadi. İği Prensese doğru uzatmış.
O anda olanlar olmuş. İğin sivri ucu Prenses
in parmağına batmış, Prenses hemen yere yığılıp kalmış. Dışarıda, avluda tavuklar gıdaklamayı kesmiş. Prensesin köpeği, aşçının kedisini kovalamaz olmuş. Çalışma odasında kızının doğum günü davetiyesini yazmakta olan Kralın elinden kalem düşmüş. Mutfaktaki ocaklar yanmaz olmuş. Tüm saray uykuya dalmış.
Yıllar yavaş yavaş akıp geçmiş. Saray unutulmuş. Ama olaydan yüz yıl kadar sonra bir gün yakışıklı bir Prens o civardan geçiyormuş. Uzaklarda dikenli çalılarla kaplı bir yer gözüne ilişmiş. Adamları gülerek bu büyülenmiş sarayla içindeki uyuyan güzel hakkında duydukları bir hikâyeyi aktarmışlar ona.
Ya doğruysa, diye düşünmüş prens ve atını dikenli çalılarla kaplı yola sürmüş.
Önce çalılardan geçilecek hiç yol bulamamış. Çalılar hem çok sıkmış ve hem de üstüne tırmanılamayacak kadar dikenliymiş. Bakmış olacak gibi değil, çekmiş kılıcını ve yolunu açmak için çalıları kesmeye başlamış. Çalılıkları aşan Prens gördüklerine inanamamış. Her yer bir heykel gibi kıpırdamadan duran hayvalar ve insanlarla doluymuş. Sarayın içinde dolaşmış. Güneşle aydınlanan pencerelerde tek bir sinek bile vızıldamıyormuş. Hiç kimse kımıldamıyor, hiç kimse cevap vermiyormuş sorularına.
Derken kapısı yarı açık bir kuleye varmış. İçeri girmiş, kıvrıla kıvrıla yukarı doğru uzanan bir merdivenle karşılaşmış. Prens, merdivenlerin bittiği yerde, tepede altına benzer bir şeyin parladığını görür gibi olmuş. Merdivenleri çıkmış ve kendini Prenses
in önünde bulmuş. Uyuyan Güzel, demiş fısıltılı bir sesle. Kızın güzelliğine dayanamamış, eğilip dudaklarından öpmüş.
Prens onu öper öpmez Prenses gözlerini açmış. Onun uyanmasıyla birlikte sarayın mutfağında ocak tekrar yanmaya başlamış. Çalışma odasında Kral leinden düşürdüğü kalemi almış ve kızının doğum günü davetiyesini yazmaya devam etmiş. Tavuklar yerdeki buğday tanelerini gagalamaya başlamış.
Kulenin en üst katındaki odada Prenses karşısında Prensi görmüş. Yüz yıldan sonra ilk defa dudaklarında bir tebessüm belirmiş.
Benimle evlenir misin? diye sormuş Prens fısıltıyla. Evet! demiş Prenses ve Prensi öpmüş. Kral bu güzel haberi alınca muazzam bir ziyafet hazırlatmış. Prens ile Prenses evlenmişler ve ömür boyu mutluluk içinde yaşamışlar.

 

Grimm Kardeşler
Bir zamanlar bir Kral ile Kraliçe bir kız çocukları olunca bu mutlu günün şerefine bir ziyafet vermişler. Ziyafetten sonra Kral çevresindeki insanlara baba olmanın kendisini nasıl mutlu ettiğini anlatmış, zira yıllar yılı karısıyla birlikte hep bir çocuk sahibi olmayı beklemiş durmuş. Sonra bebeğin altını değiştirmeyi yeni öğrendiği sıralarda başına gelenleri anlatırken konukların hepsini güldürmüş. Derken konukların bebek Prenses’e hediyelerini verme zamanı gelmiş.
Herkes hediyelerini verdikten sonra sıra on iki periye gelmiş. “Benim Prenses’e hediyem Mutluluk,” demiş birinci peri. Konuklar sevinçle alkışlamışlar, Kral’ın ağzı kulaklarına varmış.
“Benim hediyem Güzellik,” demiş ikinci peki. “Benim hediyem Akıl,” demiş üçüncüsü. Böylece on bir peri hediyelerini tek tek vermişler.
On ikinci peri tam hediyesini vermek üzereymiş ki, bir gökgürültüsüyle sarsılmış bütün saray. Kapılar ardına kadar açılmış, içeriye yaşlı bir kadın girmiş ayaklarını sürüye sürüye. Onu gören herkes korkudan gözlerini kapatmış.
“On üçüncü peri!” diye bağırmışlar hep bir ağızdan.
“Bana davetiye yok mu Kral?” demiş on üçüncü peri korkun sesiyle kapı ağzından.
“Sana davetiye yollamayı unutmuş olmalılar,” demiş Kral kem küm ederek. “Hizmetkârlar! Sofrada hemen bir yer daha açın! Çabuk!” Aslında Kral onu bile bile davet etmemiş, çünkü sarayda periler için sadece on iki altın tabak varmış. O da düşünmüş taşınmış, çareyi birini davet etmemekte bulmuş.
On üçüncü peri minik Prenses’in kundağının yanına gitmiş. Bebek agu deyip minik elini ona doğru uzatmış. Derken peri birden, “Benim de prensese hediyem, on beşinci yaş gününde parmağına iğ batar batmaz ölmesi,” demiş iğrenç bir kahkaha atarak.
Yine bir gökgürültüsüyle, kötü peri kaybolup gitmiş. Sarayın kapıları gürültüyle kapanmış ardından. Korkunç bir sessizlik kalmış geriye. Sonra Kraliçe ağlamaya başlamış.
On ikinci peri öne atılmış. “Ben hediyemi vermedim daha,” demiş yumuşak bir sesle. “Kötü büyüyü bozamam belki, ama onu değiştirebilirim. Benim hediyem de büyüyü, Prenses’in parmağına iğ battığında ölmesi yerine, yüz yıl uyuması şeklinde değiştirmek olsun o zaman.”
Yıllar geçmiş aradan. Bebek büyümüş, sağlıklı, güzel, mutlu ve akıllı bir genç kız olmuş. Kral’la Kraliçe kötü büyüyü çoktan unutmuşlar. Zaten ülke içinde ne kadar iğ varsa, daha Prenses bebekken yok edilmiş. Prenses uzun yıllar güvendeymiş.
Fakat tam da on beşinci yaşına bastığı gün Prenses daha önce hiç fark etmediği bir kapı keşfetmiş. Kapıyı açmış, kıvrıla kıvrıla yukarı çıkan bir merdivenle karşılaşmış. Merdiveni çıkınca üzerinde altın bir anahtar bulunan bir kapıya varmış. Kapıyı açınca, içerdeki küçük odada tekerlekli bir şeyi çalıştıran yaşlı bir kadın görmüş. “Ne yapıyorsunuz öyle?” diye sormuş prenses. Yaşlı kadın gülümsemiş. “İplik eğiriyorum!” demiş. “Orada öyle bakıp durma. Gel, bir de sen dene, hadi.” İği Prenses’e doğru uzatmış.
O anda olanlar olmuş. İğin sivri ucu Prenses’in parmağına batmış, Prenses hemen yere yığılıp kalmış. Dışarıda, avluda tavuklar gıdaklamayı kesmiş. Prenses’in köpeği, aşçının kedisini kovalamaz olmuş. Çalışma odasında kızının doğum günü davetiyesini yazmakta olan Kral’ın elinden kalem düşmüş. Mutfaktaki ocaklar yanmaz olmuş. Tüm saray uykuya dalmış.
Yıllar yavaş yavaş akıp geçmiş. Saray unutulmuş. Ama olaydan yüz yıl kadar sonra bir gün yakışıklı bir Prens o civardan geçiyormuş. Uzaklarda dikenli çalılarla kaplı bir yer gözüne ilişmiş. Adamları gülerek bu büyülenmiş sarayla içindeki uyuyan güzel hakkında duydukları bir hikâyeyi aktarmışlar ona. ‘Ya doğruysa,’ diye düşünmüş prens ve atını dikenli çalılarla kaplı yola sürmüş.
Önce çalılardan geçilecek hiç yol bulamamış. Çalılar hem çok sıkmış ve hem de üstüne tırmanılamayacak kadar dikenliymiş. Bakmış olacak gibi değil, çekmiş kılıcını ve yolunu açmak için çalıları kesmeye başlamış. Çalılıkları aşan Prens gördüklerine inanamamış. Her yer bir heykel gibi kıpırdamadan duran hayvalar ve insanlarla doluymuş. Sarayın içinde dolaşmış. Güneşle aydınlanan pencerelerde tek bir sinek bile vızıldamıyormuş. Hiç kimse kımıldamıyor, hiç kimse cevap vermiyormuş sorularına.
Derken kapısı yarı açık bir kuleye varmış. İçeri girmiş, kıvrıla kıvrıla yukarı doğru uzanan bir merdivenle karşılaşmış. Prens, merdivenlerin bittiği yerde, tepede altına benzer bir şeyin parladığını görür gibi olmuş. Merdivenleri çıkmış ve kendini Prenses’in önünde bulmuş. “Uyuyan Güzel,” demiş fısıltılı bir sesle. Kızın güzelliğine dayanamamış, eğilip dudaklarından öpmüş.
Prens onu öper öpmez Prenses gözlerini açmış. Onun uyanmasıyla birlikte sarayın mutfağında ocak tekrar yanmaya başlamış. Çalışma odasında Kral leinden düşürdüğü kalemi almış ve kızının doğum günü davetiyesini yazmaya devam etmiş. Tavuklar yerdeki buğday tanelerini gagalamaya başlamış.
Kulenin en üst katındaki odada Prenses karşısında Prensi görmüş. Yüz yıldan sonra ilk defa dudaklarında bir tebessüm belirmiş. “Benimle evlenir misin?” diye sormuş Prens fısıltıyla. “Evet!” demiş Prenses ve Prensi öpmüş. Kral bu güzel haberi alınca muazzam bir ziyafet hazırlatmış. Prens ile Prenses evlenmişler ve ömür boyu mutluluk içinde yaşamışlar.

 
 
 
 
 
 
 


Bu sitede yer alan bilgiler,insanları sağlıkları hakkında bilgilendirmek amacıyla hazırlanmış olup,tıbbı tedavinin mutlak surette bir hekim tarafından yapılması zorunludur.Bilgilerin yanlış veya uygunsuz kullanımından doğacak mağduriyetten,konu içeriğini yazan veya düzenleyen kişiler sorumlu değildir. Sitedeki bilgilere dayanılarak teşhis ve tedavi yapmayınız. Bu siteyi ziyaret etmek ve/veya siteye üye olmakla bunları kabul etmiş sayılırsınız.

 

 

WWW.BİZANGELS.TR.GG  
  BU SİTENİN SAHİBİ BUSE YAĞMUR !!!  
WWW.BİZANGELS.TR.GG  
   
WWW.BİZANGELS.TR.GG  
  HER ZAMAN SİZLERİ BEKLİYORUZ !!!!  
WWW.BİZANGELS.TR.GG  
  Background Codes Myspace Stuff  
Bugün 24 ziyaretçi (31 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol